Pages

March 4, 2012

bahar temizliği

19.02.012 KYNIK4'ü bitirmek: kynik'in kapağını açtım. şimdi bir yandan akademik makale yazarken bir yandan da kynik'in bahar 2003'te çıkan 4. sayısını bitirmem lazım. aslında tüm yazıların taslağı yazılmıştı; 2003-2008 arasında. hatta bazıları bitmiş. şimdi eldeki taslakları alıp birer öyküye dönüştürüyorum. sorun şurda, kendimi çok farklı bir noktada buldum. acaba neden sürekli kenara çekilip küçümsemem gerekmişti? neden sürekli ince ince kalın kalın eleştirmem gerekmişti? neden her şey nasıl yapılıyorsa tersine gitmem gerekmişti? neden bir terslik yapmak gerekmişti? 'sanki-dikdörtgen' sürecine eklemek için 2009 dolaylarında hazırladığım bir fanzini buldum (horoskop). o da şaşırttı beni. içeriği hala geçerli geliyordu da, üslubu yabancıydı. başka türlü yazarmışım gibi geliyor şimdi. kynik belki bizim içinden geldiğimiz dönemin bir sonucuydu. hayal kırıklıklarının ve çıkışsızlığın yoğun hissedildiği zamanlarda büyümekle ilgili olabilir. yani herkese öyle gelmemiştir tabii o dönemler.. ama bizim kuşağımız için hayatın sınırları çok dar çizilmişti. muteber alternatiflerin her biri ayrı tatsızdı. çeşitlilik azdı. minik ortamlara kapalıydık. öngörülenin dışına çıkabilmek için elyordamıyla ilerlemeye çalışmak gerekiyordu... neye el atsak ufak tefek başarılar, minik ürünlerle yetinmemiz gerekiyordu. sonra o yol başka bir çıkışa ulaşamadan kuruyordu... sonra bambaşka bir noktadan tekrar denemek... verimsiz bir tarlaya her yıl yeni ürün ekmek, bıkmadan işleyip durmak gibi.. şimdi artık keyifle kabul ediyorum ki bugünün ortamı çok farklı. gerçekten. ben de farklıyım. tuhaf. üstüme gelmeye başlayan iyimserliğin somut sebepleri var. böyle bakınca kynik'i bitirmemem gerekiyor. ben artık kynik yazamayacağım sanki. ama bir yandan da zihnimde yeni bir tavır var ve yazmam gerekiyor. belki de 4. sayıda derginin adını değiştirmem lazım. ne de olsa zamanı geri sarabilen bir dergi. neyse, projeleri yarım bırakamadığım ortada [kynik burda google sites açamayanlar için şurda da kynik var.].
15.01.012kriz çağında muhasebe: sorgulayarak, eleştirerek, düşünerek, son derece bilinçli yaşadım gençliğimi. bana bravo. kararlarımı haybeye vermemiştim sanki. bu noktaya gelirken düşüne düşüne gelmiştim, kapıla kapıla değil... tek derdim belki de, günün birinde 'ne yaptım ben', 'çarçur ettim zamanımı' türünden orta yaş sorgulamalarına kapılmamaktı. ama mesele orda değilmiş.. daha önce çitlerin öte yanı vardı, pek yeşildi, sen de oraya doğru gidersin.. sonra başka taraflar yeşil gelmeyi kesiyor aslında. ama iş orda bitmiyor, başka bir kafa geliyor. senin takip etmediğin diğer yolları birileri gidiyor ve sen de onları görüyorsun. yeşil görmüyorsun ama görüyorsun yine de.. orda gitmediğin, geçmediğin diğer kapılardan geçenleri görmeye başlıyorsun. zamanında hakir gördüğün beğenmediğin tiksindiğin ahlaksızca saydığın vd.. seçmediğin kapılardan ve yollardan gidenlere bakıyorsun.. o zamanki düşüncelerin şimdi değişmiş, yani seni bu diğer alternatiflere kapatan sebeplerin çoğu buharlaşmış. o yollardan gidemezdin tabi orasını biliyorsun. girmeye razı olup da geçebildiğin tek kapıdan geçip, yürümeyi başaracağın tek yolu yürümüş olduğunu biliyorsun. ama bazen işler de iyi gitmiyor. daha kolay olup gitseydi herşey diyorsun. bu da haksızlık aslında, olan bitenler de iyi kötü olup bitiyor... ama sorguladığın oluyor yine de. başka türlü mü yaşanacaktı? daha iyi, daha kolay, daha verimli olabilir miydi? bütün bunları başka türlü mü yapmak lazımdı? ve aslında evet, bazı şeyleri başka türlü yapmak belki de daha iyi sonuç verirdi. o zamanlar öyle yaptıysan bunun da sebepleri vardı.. ama şimdiden sonra...
21.02.012 roark:
Howard Roark: Before you can do things for people, you must be the kind of man who can get things done. But to get things done, you must love the doing, not the people! Your own work, not any possible object of your charity. I'll be glad if men who need it find a better method of living in the house I built, but that's not the motive of my work, nor my reason, nor my reward! My reward, my purpose, my life, is the work itself - my work done my way! Nothing else matters to me!

Howard Roark: No creator was prompted by a desire to please his brothers. His brothers hated the gift he offered. His truth was his only motive. His work was his only goal. His work, not those who used it, his creation, not the benefits others derived from it. The creation which gave form to his truth. He held his truth above all things, and against all men. He went ahead whether others agreed with him or not. With his integrity as his only banner. He served nothing, and no one. He lived for himself...

Ellsworth Toohey: Mr. Roark, we're alone here. Why don't you tell me what you think of me in any words you wish.
Howard Roark: But I don't think of you!

[KYNIK böyle bir kafaydı işte. ve 3. sayıdaki "dönme" çıldırasıya bu hususla boğuşuyor.]
27.02.012belirsiz: benim doktoram bitmiş. hocam öyle diyor. fakat doktoram bitmedi. öteki enstitü kayıp. zor zamanlar geçiriyorlar. bir kısmı singapur'da ve çoğaldılar ordayken. öbür kısmı mali kriz içinde. onlar için mali getirim de kalmamış sanıyorum. önce kedi düştü bu belirsizlik çukuruna. sonra doktora düştü.. sonra.. benim de o belirsizlik çukuruna inmem lazım. önce kediyi bulup çıkarmam lazım belki? sonra o da beni doktoranın bittiği yere götürecek... ve sonra..
28.02.012belirli: annemi aradım. kediyi sormak için. antalya'da evimiz 10. katta. kedi ise yükseklik tanımıyor. balkona çıkmasın diye kapıyı pencereyi kapatıyorlarmış. bir temizlik gününde bir aralıktan dışarı çıkmış... sonra ameliyat olmuş. bir hafta sonra ölmüş. ben birine vermişlerdir diye düşünmüştüm. ama öyle olsa söylerlerdi bunca zaman değil mi? belirsizliğe düşmezdi değil mi? bir takım şeyler daha iyi gidebilir mi artık lütfen? eskiden olsa pek etkilenmezdik değil mi? kedinin kapısını kapatırdık ve geçmişe doğru uzaklaşırdı. eskisi gibi güçlü olabilir miyiz?
02.03.012yemeklerden sonra 100mg / network falı: bu çok karmaşık bir network. ve zorlu bir dinamik denge kurageliyor. aslında, temelde, kimse öbersilerin kötülüğünü düşünmüyor. herkesin iyi niyetleri ve kendi hayatı için beklentileri var... ve hayat çok karışık. fakat en karışık süreçler kendi kendine kolayca kurgulanıp gitmekte, içinden doğru seyretmektesin. zaten böyle bir karmaşa da ancak kendi kendine organize olabilirdi. ve oluyor. ve bir takım şeyler de görünürde çok basit. ve ama en basit girişimler çok zorlu algılanabiliyor. ruh hali zebra gibi dalgalı. inişler ve çıkışlar şiddetli...
02.03.012 dünyanın güneş etrafında 34. dönüşü olacak: hesaplarımı denkleştirdim, muhasebe defterlerini kaldırdım. umut ve umutsuzluk gerçekten içiçe. biri gelince öbürü de geliyor.
04.03.012 kural: ıvır zıvır konularda bile sabırlı olmak gerekiyor. çok kılı kırk yarıyorsun ya, hani herşeyiyle içine sinsin... o zaman tabi pek kolay değil. o zaman onun da zamanının gelmesini beklemek gerekiyor. madem herşey tam yerinde olsun istiyorsun, madem gönlün daha azına razı olmuyor, bekliyorsun. geçende bir grafik tablet aldım mesela (daha bir boyamalı ve elişli grafikler göreceksiniz yakında :]). ama belki yıllardır düşünüyordum bunu. ve bir iki ay önce çeşitli modellerin özelliklerini uzun uzun inceleyip, birbiriyle karşılaştırıp, ilgili review'ları okuyup, kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda bir tablet modeli belirledim. çarşıda, pazarda ve internette tekrar tekrar dolandım ama istediğim modeli bulup satın alamadım. ve ama o öğeyi aramaktasın, aramıyor olana tesadüfler denk gelmiyor, tableti beklemediğim bir anda, beklemediğim bir yerde bulup aldım. sevindim. bu ıvır zıvır bir konu ama hayatta belirli bir kuralı örnekliyor, o kural hiç ıvır zıvır değil. hayatta kendi üstüne düşeni yapmak, sonra süreçlerin akışını gözlemek, sonra akışına bırakmak ve beklemek, gerektiğinde yine üstüne düşeni yapmaya çalışmak, kendi davranışlarını da gözlemek, daha iyisini yapmaya çalışmak, sonra yine sabretmek.. ondan sonra, olmaya-da-bilir yani, olmayabilir istediklerin. ama olursa böyle oluyor. domates mesela, böyle büyüyor, yoğurt böyle mayalanıyor, turşu böyle olgunlaşıyor, doktora böyle yazılıyor. bu kadar basit bişeyi şimdi neden anlatıyorum? hepinizin bildiği bu basit kuralı... yeni öğrendiğim için olabilir. geçen yıl boyunca anlamaya çalıştım bunu. anlamaktan da ziyade sindirmeye çalıştım.
09.03.012 umutsuzluğa alışma?: ülkenin yoğun bir gündemi var. post-ideolojik bir muhalefet skalası eylemler ve kampanyalar boyunca uzanıyor. çoğuna katılmadığım bütün bu eylemlerden aklımda bir tek slogan kaldı: umutsuzluğa alışma! bu söz internette gördüğüm andan itibaren beni dürtüklemeye başladı. aklımdan çıkmadı. ben, nihilistlerin en ahlaklısı, umutsuzluğa alışmayayım? şimdi, insan düşünsel dünyasını baştan sona çelişkilerden örmeye geçtiğini gördükçe gençliğe has ukalalığından geri adım atmaya başlıyor. gençlikte benbiz çok ukalaydık doğrusu. herşeyi biliyorduk eminim. şimdi daha ziyade anlamaya çalışan bir gözlemciyiz. ve bazı kuvvetli duygular var. insanın içinde bi parça başka türlü bir adamı bulup yeniden ortaya çıkarmaya muktedir duygular. hayat senin sevk ve idare ettiğin bişey değil ki. içinde aktığın bişey. bazı yönlere doğru kulaç atıyorsun; o tarafa gitmeyi umarak... sanki bu yazı çamur gibi karışmış gibi ama öyle de değil. hayat çamur gibi karışmış bişey. sonuçta içinin rahat etmesi şartsa, hayatın verimi düşük olabiliyor ve bu durum karşısında da her zaman olgun kalamayabiliyorsun. dünyadaki salakların en salağı olabilirsin ve insanların çoğu o konuları senin gibi büyütmüyor da olabilirler, belki de en doğrusu 1. sallamamak, 2. takılmamak ve 3. keyfine bakmak idi ama yapamazdın işte. öyle muazzam hedefler peşinde koştuğun ya da büyük bir iş başaracak olduğun için de değil; kendi çapın boyunca dolanıp durduğun halde. ve de bunun ilgisi ne onu da söylemek zor ama araştırma günlüğü'nü aktive etmenin de zamanı geliyor gibi. sanki not etmem gereken konular olacak.
10.03.012 tamam: bu paketin muhasebe üslubu biraz sıkıcı oldu gibi. meteoroloji genel müdürlüğü'ne göre önümüzdeki hafta boyunca havalar serin ve yağışlı gitmeye devam edecekmiş. havalar biraz düzelsin ve daha keyifli şeyler yazayım.

No comments: