Pages

December 18, 2012

gündönümleri ve ekinokslar

18.12.012 yıl sonunun anlam ve önemi: 21 aralık tarihinin benim için anlamı günlerin yeniden uzamaya başlayacak olması. uzun bir kısalma dönemi bitecek ve tam da kışın en soğuk aylarına girerken bahara doğru yol almaya başlayacağız. saksılardaki son yeşillikleri yolacağım o gün. şubat sonlarına kadar, ara sıra kompostumu karıştırmak dışında, bitkilerle ilgilenmem diye düşünüyorum. gündüzlerin kısalıp mesai saatlerinin uzadıkça uzadığı bir dönemden geçmekteydik. fakat kıyamet çok iddialı bir tabir olur. evet iş çok ve ama gündüzler yeniden uzamaya başlayacak. yılın iki tane sonu vardır. biri aralık-şubat arasına yayılır. diğeri mayıs-haziran döneminde gerçekleşir. aynı şekilde yılın iki başlangıcı vardır. biri mart-nisan aralığında cereyan eder, ötekisi eylül ayı içinde.
23.12.012 müstear şahsiyet: oldum olası müstear isimleri sevmişimdir. hatta en azından ergenlik çağlarımdan beri resmi isimlerimi müstear isimler olarak kullanmaya geçtiğimi iddia edebilirim. ve tabi bu tarihleme failin insan tekine yerleşmiş özdeşliğini sorgulamaya geçişimden de öncedir. ama anlıyorum ki failin biricik bir atom olması insan ruhunun bir arzusudur. insanın kendisinden de çok onu zihinlerinde bir yere konumlandırmaya çalışan diğerlerinin arzusudur. isimlerimi ayrı ayrı kullanıyorum zira onlar farklı karakterlere aitler. ve böylesi hoşuma gidiyor. ama çevremdeki insanlar belli ki bir stres altındalar ve bu durum onlara dert oluyor. birleştirmek istiyorlar. asla kullanmadığım kombinasyonlar halinde karakterlerimi birleştirmeye çalışıyorlar. ama olmuyor. bu ihtiyacı idrak edip gönülleri olsun diye bu bütünleştirmeyi ben de denedim. olmuyor ama. içime sinmiyor. o başka, o başka. yapmayın. etmeyin. rahatsız oluyorum.
22.01.013 döngüsel değil çevrintisel zaman: kışa yakışan, kahveni yanına almak ve bir akşamüstü işbaşı yapmaktır. gündüzler ikindiye daralmıştır. ikindi vakti ev işleri, keyifli okumalar, internette dolanmalar ve yemek faaliyetlerine ayrılır. mayaların takvimini kayıt ortamına aktarmak üzere astronomi enstitüsünün geçici bir mensubu olan bir araş.gör. görevlendirilmişti. takvim yarım kaldıysa bu tümüyle anlamsızlık hissi ve sıkıntıdandı. takvim taslağını temize çekerken -daha 1900lü yıllara vardığında- yaptığı işin anlamsızlaştığını hisseden araşgör işi yarım yamalak tamamlayıp doktorasına dönmek peşindeydi. hayat basit derken söylenmek istenen budur -yoksa hayat karışıktı. kehanetler sadece bahçe-bostanla ilgili olunca ilginçleşir. binyılcı kehanetler bizim zamanımızı tarihselleştirip tarihi ise lineerleştiriyor. tarih lineerleşince herhangi bir mevkinin özgüllüğü kalmıyor. ama bostan kehanetleri öyle mi ya? uzayzamanı mini girdapların bir fraktal ayrımlar atlasına dönüştürmeyi denerler.
30.01.013 ukalalıksa ukalalık: bir karikatür gördüm. beni hayatımın en iyi en güzel noktasına koymuş. ve ama sen o noktada ne yapmaktasın diye soruyor. e di mi ya insan hayatının en güzel dönemini bulunabildiği en güzel mevkilerde, tanıştığı en müthiş insanlarla, tahayyül edebildiği en heyecanlı projelerin peşinde, gücünü yetirebildiği en esaslı işleri üretmeye çalışarak geçirmeli. hah. ben onu yapıyorum.
12.02.013 sırtın arasına giren: gece vakti görünce apartmanın girişindeki bisikletime binip gezesim geldi altı ay sonra sırtımdaki bazı kürek kemikleri arasına bir sızı yerleşmişken ve kürek kemiklerimin arasındaki sızının incelttiği bazı uykular arasında design_proxy'nin ruhunu dengeye sokacak sihirli parametreleri aramaya da serüven denmezse ki eğer az daha yaşlı olsaydım sırtımın arasına sızan bu ağrının bir adım sonrasına kalp krizi diyeler. birinci katı tırmandım. ikinci katı tırmandım. üçüncü katı tırmandım. dördüncü katı tırmandım. beşinci katı tırmandım. altıncı katı tırmandım. çünkü yapamazdım anlatabiliyor muyum, bana göre bir diğerlerine göre dört-beş aydır bozuk olan asansörü böyle bir zamanda biri onartacak idiyse o ben değildim buna ayrılacak ne akıl ne ruh kalmıştı. verebileceğim tek mücadele komşular ile aramdaki sabır savaşınla alakalıydı, çünkü bu savaş hayata yeni detay eklemiyordu. rakiplerim saygıdeğerdi. onlar da ne kadar vurdumduymaz olduklarını kanıtlamışlardı. terasa çıkınca tarihi yarımadanın ışıl ışıl olması ile ilgili de yapılabilecek bir şey yok. parapette yükselip boğazın girişini geniş geniş seyretmek mümkün. ama bunun için başka türlü bir kafa lazım. insanın sırtındaki kürek kemiklerinin arasına yerleşip uykuları incelten sızılar.. yine de sabah baharı gördüğünde şezlonga düşüyorsun. otomatik. çöplerini karıştırıp her yanını her yanına değdirip ıslatıyorsun. ve ilk kahveni koyup handiyse bir kahraman gibi programın başına oturuyorsun. sadece, bunda kahramanca hiç bir yan yok.
24.03.013 sakınmacılık dalgasının geldiği: hakikaten de ortalığı toplamak işin en hafif kısmıdır. bu prosedüre ihtiyaç da vardır zaten. her şey her geçen gün daha güç, daha incelikli, daha netameli, daha dağıtıcı, daha yüklü bir hal almaktadır. insan her şeyin en harika göründüğü bir dönemde yüklenmiş, ağır ve zorda hissediyorsa, insanın ruh gözü açılmış, hayatın büyüsü bozulmuşsa ve güzel olduğu varsayılan her şey sadece ergenin kolunu arka arkaya kestiği andaki türden bir acı verip durmaktaysa.
05.04.013 mevsim: yapılması gereken işlerin miktar ve aciliyeti çılgınlık seviyesine ulaşmışken gün boyu güneş altında ve sıklıkla şezlongunda kant'ın en sıkıcı ve saçma kitabını karıştırdığın ve gübre olduğu varsayılan pislikleri toprak olduğu varsayılan pisliklere karıştırarak oyalandığın bir mevsimmiş bahar.. tüm bu rehavete kargo beklemenin anlamsız gerginliği de hiç yoktan eklenmese şaşırıp neler oluyor bile diyebilirsin.
05.04.013 ilkbaharyaz sonbaharkış: martı gruplarının kavga gürültüleri ve hilti guruldaması yazı müjdeliyor. hemen yanımdaki çatıda bir adet martı yavrusu belirmiş bile. bostan-doktora-hilti-martıvıyırdaması. işte yaz.

November 13, 2012

sanki-dikdörtgen

(beklenen paket! yani ben epeydir bekliyorum bunu paketleyebilmeyi. zor oldu. ama oh.)
bu paketteki işler yanlış hatırlamıyorsam 2008 yılındaki bir uzun-atölyenin ürünleriydi. atölyenin adı "proje dikdörtgen" ve hakkı yırtıcı ve ilke tekin tarafından düzenlenmişti. bu paketi çok geciktirdiğim için ve bu gecikme genel olarak blogu tıkadığı için artık bir şekilde yayınlamaya karar verdim. tam toparlayamayacağım sanıyorum ama zamanla düzeltirim belki. en azından genelinde bu dikdörtgen atölyesinin derdi neydi ona bir değinmek lazımdır sanıyorum.

2008 yazı başlarında 15 günlük bir atölye seansıyla işe başladık ve kasım sonundaki bir sergi ile işleri noktalamıştık. şimdi, biz bu atölyenin içine yeni bir atölye yuvaladık, ve bu iç-atölyeciğe "sanki-dikdörtgen" adını verdik bir grup insan olarak. o grup da, ben, erdem, ilke, serap, nazlı ve onur ile başlayıp sonbaharda ben, erdem, ilke, serap ve başka bir onur bey ile nihayete ermişti. (şimdi bunları hatırladığım kadarıyla yazıyorum, sonra hataları düzeltirim farkettikçe.) ama konu orda kapanmadı, bir adet ek fanzin yaydık (horoskop), bir adet yarım blog açtık ve geçen yıl (2011) bir konferansa bu sanki-dikdörtgen sürecini konu edinen bir bildiri yazdık (Sönmez, N. O., Tekin, İ., Üngür, E., 2011. Thinking by design: design as a tool for idea development, Theory for the sake of theory, ARCHTHEO '11, 23-26 Nov 2011, İstanbul).

yanda süreçte ne gibi ürünler ortaya çıktı onu sıralayacım ama şimdiden şunu yazayım, çok katmanlı, çok ürünlü, oldukça verimli ve geniş bir zamana yayılmış ve ilginç bir iş... şimdi, ilk olarak, yazın, mimari ürünlerin işlevsel tarifleri, bağlamları, bunlara ilişkin söylemsel alan ve bu ürünlerin sunulup paylaşıldığı imgeler arasındaki bağlantılar ve bağlantısızlıklar ve genelinde mimarlığın entelektüel alanının ne gibi mekanizmalar üzerinden geliştiği üzerine uzun muhabbetler sonucunda ortaya çıkan ve teatral (ve sinir bozucu) bir sunumla ortaya konan bir ilk niyet-fanzini mevcut: "akdeniz vernaküler mimarlığının le corbusier ve team ten geleneğinde yeniden yapılandırılması" (kapağı yanda ama kendisini paketlemiyorum). ama bu sunumdan önce de aptal diye bir fanzin yaymıştık (gurur duymuyorum ama benim marifetimdir, o da iki yanda kapağının altında, ön ve arka a4, arkalı önlü basıldıktan sonra ikiye kesilip kolayca katlanabilir. ya da evirilip çevirilip bulmaca tadında okunabilir). metin çok uzadığı için bundan sonraki öğeleri yanlarında izah edeyim, sağa doğru kayalım ... tüm süreç epiy uzun ve karışık. ama yukarıda andığım bildiri için biz bu süreci analiz ettik 2-3 yıl sonra ve sağda erdem'in el emeği göz nuru bir süreç haritalaması var, tabii bizden başkası için okunaklı olmayabilir, belki sonra bildiriyi de koyarım, orda iyi kötü anlatılıyor süreç (önemli not: henüz blogger'in yeni ve saçma imaj göstericisinin etrafından dolanmayı öğrenemedim, dolayısıyla büyücek imajları anlamlı bir boyda görmek için üstüne sağ klikleyip copy image location demek, başka bir tab'e bunu kopyalamak ve enterlamak gerekiyor. blogger ben senin a.k.)
1
sürece dair bir şema (2011)
0.paketi: ilk çalışmalar

1
ilk fanzin

1
sıfırıncı fanzin
a yüzü, b yüzü
A. paketi: yıldız haritası

bu harita, "mimarlığın yıldız haritası", bir mimarlık evreni haritası. sağ kliklenip linki kopyalanıp başka bir tab'de açılırsa yeterince iri, en azından ana başlıkları okunabilir bir versiyona erişilir. internet koşullarında yine iyidir. açıklamalar için sağındaki lejanda ve daha detaylı açıklamalar için onun da sağındaki fanzinlere bakmak lazım...
1

mimarlığın yıldız haritası (2x3m)
1

haritanın lejandı (.8m civarında?)





4. bunun kapağını bulamadım, adı: "Duyrulur"
fanzin 4.
(fanzinin .pdf versiyonu)
B. paketi: çaprazlama

çaprazlama bir bilgisayar uygulamasının adı. bir seri projenin dergilerde yer alan imajlarını, metinlerini / söylemlerini ve bağlamlarını farklı hızlarla döndürerek bunların sürekli çaprazlanmasını sağlıyor. 4 adet snapshot'unu ekledim. anlatımı da yanındaki levhada.
1

"çaprazlama" (bilgisayar uygulaması)
1

"çaprazlama" nedir (1.5m civarında?)
x. sergi:

bu imajı da bildirinin sunumu için hazırlamıştık. sergide yıldız haritası var, çaprazlama var, fanzinler asılı, astronotlar var, yıldız haritasının boş ikizi ve elle haritalama için her tür malzeme var, epiy bir yer oymuştuk kendimize genel sergiden. aslında daha da abartıp gezegenlere erişecektik ama zamanımız elvermedi. idare edin.
1
proje dikdörtgen sergisi içinde sanki-dikdörtgen sergisi
ve horoskop:

sanıyorum bu 2009 yazından. yaz tatili öncesi son iş. avluda gecelere kadar bunu hazırlayıp kesip katladığımız günleri hatırlarım. bunun katlanması biraz tarif istiyor, bir yeri kesilip içe katlanıyor zira ama şimdilik böylece iki yüzünü koyacım. belki sonra bir tarifini hazırlarım. içinde iki adet horoskop var, bir beyaz yakalıya bir de genç akademike miydi? referansı richard florida.
1
horoskop fanzin
a yüzü, b yüzü

June 29, 2012

bir tatile gidememek

29.06.012 tatilin diyalektiği: herhalde hayatımda ilk defa tatili böyle hakettim. ve tatil denen şey üzerine düşünüyorum. ilk defa zihnimde tatil diye bir mefhum oluştu. kesintisiz ve uzun soluklu iş olunca tatil de oluyor. olmak durumunda. iş çok fazla yapılınca tatil husule geliyor. normal bir hayatta tatil kavramı anlamsız.

tatil insanı bulunduğu yerden uzaklaştırmalı. gündelik hayatından koparmalı. iyicene koparmalı. o yüzden tatil denince evde yatmak değil başka bir mevkie gitmek anlaşılıyor. şimdi ben de anlıyorum. büyümekte sınır yok... öyle büyüyecim ki, bir gün gelecek, kış boyu rahvan iş, yazın boylu boyunca seyahat geri gelecek. o zaman tatil yine buharlaşacak. tarihin sonu.
29.06.012 angajman: öte yandan, tatile gidilemez. zira yapılması gereken bir seri deneme ve taslak bekliyor. çünkü insanın zihnine bir iş düştü mü insan fazla soğutmadan o işe bir el atmalı, bir deneme, bir taslak bir ön çalışma yapmalı bir kenara koymalı. daha sonra bu ön çalışmalar günü geldiğinde yeniden ele alınarak iş önemine orantılı bir emek harcanarak bitirilecektir.. insanın hayatında angaje olduğu süreçler gün geçtikçe artıyor. insanlarla ilişkilerimiz, iş hayatımız, projelerimiz, heyecanlarımız. ve ne güzel bir bağsızlıktı o, insanın evden çıkıp gidiverdiği hafif zamanlar. ve beklemek zorunda kaldığın her gün seni boğardı. ama şimdi, zorla da tutan yok ama durup şunu bunu yapayım diye seyahati geciktiren sen oluyorsun.
29.06.012 ruhtaki savaş: bir takım teknik sorunlar da hiç bir zaman eksik değildir. vizeler pasaportlar yazışmalar izin formları insanı üfüre üfüre püskürtür. tatile gidecek vaka bezginliğin son aşamasında olduğu için hafif bir esinti onu çalışma koltuğuna yapışmaya itebilir. insan tatile giderken koltuğunun rahatından olma tehlikesi karşısında sarsılır. tatil midir, eziyet midir? neden herşeyin bedeli vardır? epiküryen ve çileci bu noktada gecelerce çarpışır. sırtın sol kenarına konumlanmış çileci hem durup çalışmayı hem tatil için mücadele etmeyi buyurur. epiküryen ise çalışmanın ve tatilin sadece keyfini almamız gerektiğini öne sürmektedir. tatilin kolay gidileni, çalışmanın keyiflisi makbuldür. tatile yatakta bir yastıktan ötekine usulca kaymanın rahatlığında gidilmelidir.
29.06.012 canlılar: arkada bir kedi veya bostan bırakacak olmak da tatil kurgularını tevazuya iter. bu noktada insanın arkadaşları zihinden bir telefon rehberi gibi geçiverir.
29.06.012 delik: hayattaki beklenmedik belirsizlik alanları tatili bir anda yutar. insanın uzun soluklu projeleri ya da gelir kapısıyla ya da eviyle ilgili belirsizlikler tatil planını geri dönüşsüz bir kara deliğe çeker. belirsizlik kuyusundan enformasyon sızmadığı için insan önce kuyuya inmek ve belirsizliği dağıtmak durumundadır.
1.07.012 iş-emek-tatil: tatil iş ile anlamlıdır ama genelde bunun öbür türlüsünü duyarız; iş tatil ile anlamlıdır şeklinde ve değerler sıralaması açısından anlaşılabilirdir bu. iş zorunlu ve zordur ve tatil kendiliğinden ve hafiftir. ama işlerin de farklı zorluk dereceleri vardır. misal akıp giden süreçlerin insanı başına oturttuğu rutin işler, düzenli işler, sanılanın aksine, insanın kendini başına oturttuğu esnek-zamanlı, kendinden-motivasyonlu işlerden görece kolaydır. ve mesai saati başına verimi de daha yüksek olsa gerektir. insanın kendini başına oturttuğu işler iki sebeple zordur, ilk başta bunlar genelde yoğun zihin faaliyeti, öğrenme çilesi, yaratıcılık ve karar alma sorumluluğu gerektiren işlerdir ve her oturum bir meydan okumadır. macera bir türlü bitmez. ikinci olarak, insanı zorla çalıştıran bir dışsal süreç olmaksızın, kendiliğinden-akışın kolaylığından vazgeçmek ve ruhun yapmamak için direndiği zorlu meydan okumalara girişmek deveye hendek atlatmaya benzer. ruh çalışmak istemez. bir teslim tarihi veya uzun süren mücadeleler olmadan devenin direnci kırılamaz.
1.07.012 iş-tatil dengesi: gözlemim odur ki, bazı işlere tatilin doğrudanlığı içinde kayarak girişip aynı kolaylıkla ordan ayrılmak mümkündür. geçen haftalarda gördüm ki, mesela bilgi toplama amacıyla görüşme yapmak insan yaşantısının doğrudan akışını kesintiye uğratmıyor. dolayısıyla ona iş de denmeyebilir. ama mesela o görüşmelerin dökümlerini ortaya koyup sonuçlarını işlemeye başlamak bildiğin iş. hayatta, diyorum, iş-tatil dengesi çok önemli. gündelik hayatından koparmayan bir tür tatil tarifine geçiş yaparsak, tatil sınıfına çoklarının iş olarak adlandırdığı pek çok faaliyet de katılacaktır. tekrara dayanan, zihin yormayan işler esasında tatildir. çalışma toplantılarının bir kısmı da tatildir. bünyenin kolayca ve dirençsiz katıldığı üretim süreçleri tatildir. tatil efor sarfetmemek değildir, her tatil kendine göre bedeni ve zihni yorar. onları yorar ama onları üzmez. tatil epiküryendir.
1.07.012 şezlong: şezlong, kulunuz için, bu anlamdaki tatilin simgesidir. şezlong boş durmak değildir. şezlong üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. çalışma ortamının en görünür yerinde şezlongunda kitap okuyan çalışan, iş-tatil dengesini görselleştiren bir performans sanatçısıdır. bu performansın sümüklü izleri katılımcısı olduğum bünyenin tüm duvarlarında parlamaktadır.
1.07.012 kendi adıma: ölçüsüzce çalışmayı bırakacağım. zor ve meydan okuyucu işlerin miktarını azaltıp zaman çizelgelerini gevşeteceğim. hayatımın içinde zaten mevcut olan boş zamanı zor işlerin gergin bekleyişine kurban etmeyi keseceğim. hayatta herhangi bir büyük hedef koymuş bir insanmışım gibi davranmayı da nerden bulduysam oraya terkedip kaçıyorum.
02.07.012 üç noktadır: hani bu yıl hayatımda ilk defa tatile çıkacak olmak ilginç. bu tatilin bir seyahat olarak tariflenmesi de anlaşılır. ama kendimi seyahatten bu kadar uzak hissettiğim bir zaman da olmamıştı doğrusu. ancak yaz sonlarında görülebilecek türden bir kilitlenmişlik bir tutulmuşluk bir bitkinlik hali üzerimdedir. rutin kaçış rotalarım yerli yerinde durmakla beraber oralar bile belirsiz ışık yılları kadar uzak görünmektedir. hiçbiryere kıpırdanamamaktadır. bunun adı olsa olsa ...
02.07.012 : insan topluluklarından çıkışımın tarihi eskidir. beğeni ve hedeflerimin toplulukların beğeni ve hedeflerinden uzaklaşışının tarihi yani. her ne kadar zamansal öncelik sırası tartışmalı olsa da, erdemli bir nihilist olmak da bunu gerektirmiştir. gündelik hayatın içine yayılmış amaçsız bir tatilcilik durumu da esasında bu zihin durumuyla yakinen bağlantılı olmuştur. bünyenin temkinli bir saklanma haline geçişinde de konuyla ilgili farkındalık temel etkendi. iş hayatı tatilini, çilesi huzurunu dengeleyen bir hayat bu zemin üstüne kurulmuştu. bir kaşık sularda fırtınalar yaşamak hali kadar yaşanan fırtınaların, bırakın büyük idealler ya da insanlığın iyiliğini, kişisel ikbale bile temellenememesi de nihilist kurgu tarafından dayatılmıştı. çalkantılı bir ruh olmak ise, belki de, doğuştan geliyor. dengenin bozulmasının tek sebebi doktora değildi. ama en çok doktora yüzünden kendimi bir tür münafık gibi hissettim. inanmadığı hedefler peşinde kendini paralayanın yolunu saçma yıldızı aydınlatıyor.
04.07.012 öncelikler: epikuros'un öğüdü özetle şudur: bedensel acıdan ve ruhsal korkudan [günümüz terimlerinde kaygı diye de okunabilir] uzak kalmak [sırasıyla, aponya ve ataraksiya (sükunet >> huzur)] ve dostlar arasında bir hayat sürmek. kendisi bu amaçlar için genelde hayatın kenarına kaçan stratejiler tarifler. tabii hayatta keyfi ertelemekten ve bir miktar çileden tümüyle uzak durmak mümkün görünmez, ama epikuros'un özünde pragmatist öğüdünü kavramayan da düpedüz eşşektir. bu öğüdü insanların çoğunluğu kolayca anlayacaktır ama öğüdün pürüzsüz bir uygulaması pek gözlenmemiştir. bu muhtemelen insanın hayatta kilitlendiği durumlar ve ruh yapısıyla ilgilidir, kişinin iradesiyle değil.
04.07.012 beklentiler ve hedefler: beklentiler ve hedefler ise, içine kilitlenilen durumların aksine, büyük ölçüde irademizle kontrol edilebilir haldedir. tümüyle değil tabii. bazı beklentilerimiz kaçınılmazdır ve belki de onlara da kilitlenmişizdir. belki bu beklentiler haklıdır, gereklidir, özseldir, önceliklidir. ama beklentiler ve hedeflerin şiddetini belki de koşullarımıza göre ayarlamak mümkün olabilir. belki sartre'ın özgürlük vaazını da böyle revize etmek gerekir. özsel olarak özgür olduğumuzu savunuyordu. cezaevinde bile özgürdük, zira koşullarımızı nasıl anladığımız bize kalmıştı. beklentilerimizi ve hedeflerimizi yönetme tarzımız...
05.07.012 ...: tatile çıkıp önce şu ile sonra bu kasabaya gidicim diyorum. öyle olmazsa bisikletle memleketi ortasından katederim diyorum, o da olmazsa güney avrupa'yı dolanıyorum falan. hiç inanamıyorum. evim de güzel sonuçta. zaten en güzeli evimiz. bi yerlere gitme düşüncesiyle böyle heyecanlanan insanları gördükçe heyecanlanmaktan daha da uzaklaşıyorum. ben oraları biliyorum zaten. yani gidilmiş bi yerlerin nasıl olduğunu biliyorum. hani kıyaslarsak kadıköy semtindeki evimde sürdüğüm bu hayat sehayatin çileli haletiruhiyesinden ve evsizliğin rahatsız iğretiliğinden ve durmaksızın hizmet satın almanın tatminsiz gerginliğinden daha bir dinlendirici.
07.07.012 ...: ben ise tatile gidiyorum. ben tatildeyim. ben asla tatile gitmiyorum. benim tatilim hayatıma eridi yine. kafalarımı toparladım. tatile girdim. ve ama tatil değil. ben hiç tatile çıkamayacım. bu tek şansımdı. bunu kaçırdım. bundan sonra tatil yok. iş-keyif dengesi sağlanmış, aylağına hakkı teslim edilmiş şekilde. ve bu yıl çilesiz bir boş zaman.
11.07.012 içerdeki ludist: utiliteryen bir tavrın nasıl geliştiğini ve neye hizmet ettiğini anlıyorum ve bu anlayışın olumlu bir ton taşıdığı oluyor da yine de bir yanım utiliteryene direniyor. öbür yandan içimde insanlara faydalı iyi güzel bir birey olarak yetişmek isteyen bir çocuk var, öldürülmemekte ama süründürülmekte çünkü içimde tüm bunlara bir türlü ikna olmayan bir genç de bulunuyor. toplumda çeşitli şekillerde tariflenen başarı, güç ve kazancın peşine düşecek gibi de oluyorum bazen ama önce elin ekmek tutsun sonra hobi olarak yaşarsın diyen bu orta yaşlının hakimiyeti de uzun sürmüyor. bir tür yetişkin olarak ruhtaki çeşitli güçleri izleyip oyalamakla meşgulüm. çocukları gençleri orta yaşlıları ortaya salıyorum, oynayıp eğlendiriyorlar beni.
11.07.012 içerdeki ludik: insan, toplulukların yaygın değerlerine aklıyla inanmaz ruhuyla inanır halde yaşadıkça içinde bir ludist bir de ludik kıvılcımlanır. pek çok zaman zaten sabotajcı oyuncudan başkası değildir. işi keyfe çeviren, sorumluluk ve tatmin değil inançsızlık ve sabotajdır. parçalanan ise değerlerdir. insanı ülkülerden çok heyecanlar çeker. zira ülküler yalanlara temellenir. ve en zor işleri yapan bazı insanlara kimse saygı duymamıştır. bu yüzden çilekeş hamallar, yerleri ne kadar doldurulmaz olursa olsun, toplumun itibar merdivenlerinin dibine doğru yığınak yaparlar. toplumların inanç ve değerleriyle kendi değerlerini örtüştürebilen kişiler üretken, faydalı ve saygın olsunlar. itibar, para ve başarı kazansınlar. haklarıdır. hamallar da ellerinden geleni yapsınlar, onlara da bol şans diliyorum...
14.07.012 epikuros alanı: peki çile neden insanın içinden büsbütün sökülüp atılamamaktadır? çünkü kişinin -hayatını anlamlı bir süreç olarak tecrübe etmeye devam edebilmesi için- kendisini zorlayan girişimlere değişken dozlarda ihtiyacı vardır. seni zorlayan eşik hangi halkadaysa göz diktiğin yörünge orasıdır. yörüngen evrenin merkezine, yani yeryüzüne ne kadar yakınsa sosyal getirisi o kadar yüksek uğraşlarla avunursun. ikinci önemli etken ise yörüngede seyretme hızıdır. yeryüzüne yakın yörüngelerdeki yavaş seyirler epikuros alanını tarifler. ancak bu alanda uzun süreli yatışlar ruha karın ağrısı, donukluk ve anlamsızlık hissi katar. mutluluk için ölçülü dozlarda çile gereklidir. ancak yörüngen ne kadar değişken ve uzaksa ve seyir hızın ne kadar yüksekse, çile, yalnızlık ve sorgulama düzeyi o ölçüde artacaktır. bu çileci alana anti-epikuros diyoruz.
14.07.012 seyahat eğik düzlemi: ve nihayet uzun ağırdan almalar, yavaştan hazırlanmalar, yata yata nazlanmalar, keyifli muhabbetler eşliğinde olduğun yerin tadına varmalar, ısınma seyahatçikleri ve ucu belirsiz ertelemelerden sonra seyahat sath-ı mailine girilmiştir. bu hissin kesinliğini anlatmak zor. bir tür kadercilik içinde hazırlık temposu artırılır. uzun haftalar başarılamamış 197 kalem hazırlık bir iki günde ruha yorgunluk vermeden tamamlanır. zamanı gelmiştir zira. bu satıhta eylemsizlik kütlesi zayıflar, çeklist ve ruh arasındaki gerilim hafifler.
14.07.012 su-kara arakesiti: seyahat düzlemi sahile eğilmiştir. yurdun iç kesimleri haritadan kaybolur.

students' information center

levent ve hakan'la katıldığımız ikinci bir öğrenci yarışması. proyam 2003. konusu öğrenci enformasyon merkezi.. biz onu beşiktaş'taki metruk benzincinin yerine konumlandırdık. üretim detaylarına kadar çalışılmış ve statik hesapları yapılmış, engellilerce erişilebilir, pasif iklimlenebilir, doğal ışık kullanabilir, keyifle yaşanabilir bir proje. yani hedeflerimiz... ve hangar kısmı çeşitli etkinlikler için gridal raylara asılı hareketli panellerle istendiği gibi çalışma ve yaşama alanlarına dönüşecekti.. yol tarafında bir meydancık, deniz tarafında bir çimenlik / kamp alanı...

ve teslim telaşı olmadan zamanında yetiştirilmiş, kalp krizi yaşatmamış nadir bir tecrübedir..

bir yığın eskiz yaparaktan projeyle boğuştuğumuz bir gece adetim olduğu üzere ara verip uzandım ve uyandığımda levent kütleleri temsil eden bir takım plastik parçalarıyla projeyi oturtmuştu. kendisini şöyle biraz itip kaktım. sırıttık. 3. ödül.

(malzeme olarak da, paftaları tam koyamıyorum zira bi parça kes yapıştır vardı.. neyse ne bulduysam koyuyorum.. çizimleri detaylı incelemek için önce üstüne sol klik > çıkan imaja sağ klik > copy image location > open new tab > paste > enter. oh.)
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1

March 23, 2012

[]

[] 1
25.03.012 [] bir torba toprak ve iki yeni saksı. biberiye ve domates tohumu. bisikletin arka lastiğinin şişirilmesi [düzeltiyorum: patlak lastiğin tamir edilmesi]. yeni komşuyla tanışmak. çamaşırları arka terasa sermek. ebeveynleri evde ağırlamak. terası yıkamak. bir miktar rakı. yüz milyon makale.
[] 1
[] 1
23.03.012 [] bir fırsat bulunca başımı iki elimin arasına alıp üzüldüm. sonra aslında neye üzüleceğimi şaşırdım. sevine-de-bilirdim. ilk üzüldüğüm konuda rahatladım. hayır buna rahatlama da denemez. ona üzülmeye devam ettim. asıl üzülünecek konu oydu. ama sonraki konu daha bir can yakıcıydı, o yüzden de bu ilk konu rahatlatıcıydı. sonra oturdum izledim. kendi hakkımda düşünme şansım da oldu. peki ben nası bi insanım? ben niye buralarda değil de oralarda dolanıyorum? haklı mıydım yani? bir yerlerde bir yanlış yapmaya devam edecek miydim?
25.03.012 [] dün psikolog bir arkadaş bir takım teknolojik cihazlara takıntılı otistik bir çocuktan bahsetti. çocuğun cansız bir nesneye yatırım yaptığından sözediyordu. yatırım yapmak... benim de aklıma bir iki gündür 'duygusal yatırım' gibi bir tabir düşmüştü.. kaynağını bulmuş oldum. insanın zamanı, gençliği, hevesi, enerjisi, inisiyatif cisimciği.. duygusal sermayesi.. hepsi belirli bir an için sınırlı miktarda gibi. bunların bir kısmı tükendikçe yeniden oluşuyor ama mesela zaman yenilenmiyor. bu bir duygu ekonomisi. bazısı portföyünü çeşitlendiriyor. bazısı sağlamcı. bazısı risk seviyor. bazısı agresif yatırımcı. bazısı uzun vadeye yatırım yapıyor. bazısı piyasanın dışında durmayı tercih ediyor. herkesin kendi tarzı var. güzel şeyler kazanmak için risk almak şart. ama gözü kapalı değil; telafi edilemeyecek şeyler kaybediliyor.
27.03.012 [?] .
31.03.012 [kimya] iş yapmak üzere evde oturacak kıvama geldim. hatta oturdum ucundan kemirmeye başladım. sonra bir tam gece uykusu uyudum. kalkıp 1 adet çeyrek altın aldım. kadıköy'de deniz sakindi. vapuru beklerken açık havada bir türk kahvesi içtim. vapurun yan tarafına oturdum. sonra pasta, börek, yemek ve kadayıf tüketilen ve belli anlarda herkesin birbirini öpüp ovaladığı bir ortamda bir süre vakit geçirdim (ve ailevi teknolojiler üzerine düşündüm). sonra köye döndüm. hayat tatlı tatlı akmaya devam ediyor. kadıköy'de deniz sakin.
01.04.012 [zamanı] ikinci gecedir deliksiz uyudum. son 3 gündür vakitlice eve gelip çalışmayı beklemeye başlıyorum. bir takım verileri bir takım biçimlerle ilişkilendirmem gerektiğinden uzun zamandır ilk defa python'a el attım. ilk anda çok yabancı geldi. zaten iş de çok yabancı geldi. ama bilgisayar başında uzuun uzun sebat edince tekrar alışmaya başladım. yaptığım da hiç zor bir iş değil. nihayet normal uyuyabilmenin şımarıklığıyla bu gece uzun oturur ve bir noktaya getiririm sanıyorum. yağmur da güzel yağdı. aslında bir kaç haftadır yeni saksı ve toprak alacaktım. henüz almadım. tohumları da ekmedim. hani zamanı geçiyor diyeler. ama benim de kendime göre bir takvimim var. benim için zamanı gelmedi. işin / üretmenin başına oturmak için kendini zorlaman gerekiyor. onun takvimi o kadar sana bağlı değil. ama diğer konularda içinden geldiği zaman. çünkü o tatil.
08.04.012 [birikinti] seyahatten dönüşümüzün pazar gününe denk gelmesi güzel. pazar ışığının böyle sevimsiz olması güzel değil. bu günü temizlik ve istirahatle geçiriyorum.

misal, mutfak evyesi tesisatının artık temizlenmesi gerekiyordu. ama bu gider ve ilgili tesisat o kadar uzun süredir temizlenmemişti ki bazı görece kuru noktalarda birikintilerin komposta dönüşmüş olduğunu müşahede ettim. genel olarak çirkin bir iş. ama birikiyor. herşey.
08.04.012 [kayıp] anlıyorum ki en katlanılmaz duygu kayıp duygusu; ve yani yenilgi, başarısızlık, incinmek, hayal kırıklığı falan öyle katlanılmaz duygular değil. kayıp kendine has bir his; önemli bir kurumun hayattan yitmesi. insanın içini ezen, dayanılmaz bir his. bazı durumlarda ortadan yitene kadar o kurumun değerini anlamayabilirsin. o orda dururken umursamaz kalabilirsin. kayıp öyle kuvvetli ve başaçıkılmaz bir duygu ki, insanı risksiz, kapalı bir duygu dünyası üretmeye sevk edebilir. insan dengesini garantiye almak için hiç sahiplenmemek yoluna gidebilir: bağ kurmamak, büyütmemek, ciddiye almamak. insan kayıp tehlikesini öfke ve haklılık ile de telafi edebilir.

kaybedilebilecek şeyler ise çeşit çeşit ve en önemlisi kişiler arası kurumlar. bu kurumlar da muhtelif: güven, saygı, sevgi, bağlanma, muhabbet ve tüm diğer yaşantıların çeşitli oranlarda karıştırıldığı kokteyller.
11.04.012 [d.x] ben de herkes gibi kendi doğası uyarınca, kendi karakteri gereği davranan bir ruhum gibi. hani kasıyor da böyle oluyor değilim ki ben de kendi ruhum nası sevkederse onu yaşıyorum. elimden gelenin en iyisini en güzelini en faydalısını yapıyorum. tüm ruhsal hastalıkları ve kişilik bozukluklarını uzun uzun inceledikten sora o ihtimalleri bir yana koydum. normalim yani ben. o zaman, dünyada benim gibi bir karakter tipi de evrimleştiyse bunun da bir anlamı, bir yarayışı olmalı belki, bir çalışır yanı olmalı. bir yerde işe yaramalı yani. ve dünya bir şekilde akmaya devam ediyor. ben de izlemeye devam ediyorum. bir şekilde bu ruhun çalıştığı ortamı bulmam lazım. dolaşıp bunun çalıştığı, işe yaradığı şey neyse bulsam iyi olur. ama artık bir takım şeyler. bir takım şeyler. bir takım şeyler. biraz artık. ne yalan söyleyeyim. ben iyi değilim.
12.04.012 [] ama iyi şeyler ortaya koymak, bir deneyim ya da bir ürün, o, insana iyi geliyor. yatırımını üretime yapmak mı bu? ama kazandırıyor doğruya doğru.. ayrıca, zihnimi çalıştırmaya ihtiyacım var. ve aslında ben ruhumun iyi çalıştığı durum ve ortamları biliyorum. daha fazla sürüklenmeyeceğim. kendi ellerime alacağım, ruhumu.
14.04.012 [!] hayat ne kadar [ünlem][ünlem] şaşırtıcı.
18.04.012 [pastoral] tüm yurdu kateden fırtına kadıköy'den geçtiğinde dışarıdaydım. deniz kararmıştı. döndüğümde terası dağılmış buldum. geçende bir sabah da arka terasa bir kedi geldi. sanıyorum saksılardaki toprakları karıştıran da o. bir süre kuşlara pusu kuruşunu izledim. ev gittikçe daha bir toprak kotuna yaklaşıyor sanki. çamaşırları dışarı asmak da bu hissi güçlendiriyor. benim bir akademik metin yazmak üzere konsantrasyon uçucusunu çağırmakta olduğum belli.
20.04.012 [ikindi uykusu] öğleden sonra yatılan ve bi türlü kalkılamayan uykunun bahar mevsimiyle sıkı bir bağlantısı var. belirli gıdalar ve günün belirli saatleri birbirine eklenince sonuç tatlı ve loş bir uyku. ve yorgunlukların çeşitleri var. misal baharın keyifli bir yorgunluğu var ve insanın üstüne hamur gibi yayılıyor. bazı yorgunluk ise çok uzun zamandır birikmiş ve çok ağırlaşmış gibi geliyor. ama insanın üstünden birden kalkabiliyor. yerinde bir tür huzur bırakarak...
23.04.012 [evet makale yazamadım] ama bi devre halısaha maçı oynadım. güzel havada bayram keyfini tecrübe eden halkımızın arasında yürüdüm ve vapur seferleri yaptım. sonra bisikletimin arka tekerini yerine taktım. üstündeki 4 aylık tozu şöyle bir silip hipermarkete gittim [zaman ne kadar habersiz akıyor!?] bir miktar toprak ve saksı alıp döndüm. toprağı saksılara dağıttım. ağacımı yeni saksısına yerleştirdim. tohumları çıkardım. bazı tohumları toprağa gömdüm. bazı tohumları ıslattım. mümkün mertebe kendi ürettiğim tohumları kullandım. sonra gece karanlığında hepsini suladım. bir ara kompost olmak üzere biriktirdiğim organik maddelerin durumu hakkında düşündüm. onu da yeterince ertelemişim. sonra yemek yaptım. şerbet bardağını bir parça meşgul ettim.
23.04.012 [] ---
24.04.012 [] bugün 60 saniye kadar metnin başına oturarak önemli bir başarı elde ettim. birazdan derecemi 180 saniyeye kadar çıkarmayı umuyorum. bu esnada organik materyalle ilgili oldukça kirli işler yürüttüm. komposttaki fazla suyu süzmek gerekiyordu. sanıyorum bostan sistemimi bir üst seviyeye çıkarmam gerekiyormuş. şu hali fazla primitif ve etkisiz... geç kalmış sayılmam. birkaç derin saksı ve süzgeçli bir organik biriktirme yaklaşımı bu yaz için yeterli olur sanıyorum. ve birkaç farklı bitki ekip onları da gözlemek ilginç olabilir. gerçekten de metropolsever bir ruh taşımıyorum. büyük kent yoğun sosyal faaliyet severler için bir ihtiyaç olmalı. ama normal [?] sosyalleşenler için büyük kentin yorgunluğu ve keyfi birbirini anca dengeliyor, fazladan bir getirisi yok. ve arkadaşlarla da en çok bir evde toplandığımızda keyif alıyoruz gibi geliyor. yaz hali geri döndüğü için ve evde daha çok vakit geçirebildiğim için de mutlu ve huzurluyum doğrusu.
09.05.012 [şenlikler:] gidilmesinin geliştirici olduğuna inanılan etkinlikler (neden insanların yazdıklarını ve ürettiklerini değil de yüzlerini ve söylediklerini tecrübe etmeleri gerekmektedir? çünkü insanlar ve yaşantıları ilginçtir, zihinleri ve üretimleri değil, zihinsel faaliyet yüz ifadeleri ve et için takip edilmektedir), sonra eğlenceli olduğu varsayılan müzikler (çünkü bedeni hareketli kılmak ve gündelik gerçeklikten uzaklaşmak gerekmektedir), sonra eğlenceli olduğu varsayılan konular (şüphesiz herkes konuların değil insanların konuşuyor olmasının eğlenceli olduğunu bilmektedir) ben hariç herkes bunları hep bilegelmiştir. ben de öğrendim gibi. ama sindiremedim. biraz yorgun ve bıkkın olunduğunda bünyenin bir alt kademedeki daha doğal bir haline tabir caizse "fallback" edilmektedir. fena halde sıkılınabilmektedir.
11.05.012 [ka.ka.değil] bir takım konularda ve bir takım referanslar üzerinden yazmak ve not almak istiyordum bir süredir. bir takım yeni okumalar var, onlarla ilgili notlar birikmekte ve bazı eski konulara dönmek istiyorum ve sonra yazdığım(ız) bir takım metinler var, orlarda ortaya atılan ve daha öte tartışılması gereken fikirler oluyor ve metnin ortamı ve gerekleri yüzünden kısaca geçilmiş noktaların başka üsluplarla yeniden işlenmesi de lüzumlu olabiliyor... ve bir takım referansları ve okumaları zaman zaman kısa notlar ekleyerek duyurasım geliyor.. bunları araştırma günlüğünde yapayım diyordum ama bir türlü yaraştıramıyordum. buraya da uymuyor. o yüzden kafam karışık değil'e yeniden el attım. bi parça düzenledim ama daha elden geçmesi gerekiyor.. eskiden alınmış notların yeniden paketlenmesi gerek... yeni paketlerin bir bir açılması gerek.. yavaş yavaş yapacağım sanıyorum... şu anda aklımdaki temalar şunlar: ütopik anlatılar ve ütopyacılık zanaatı, kurgucu bakış ve öykücü, bireysel özdeşlik ve nihilizm, zihin ve felsefesi, yapay zeka ve tasarımda yapay ajanlar, tasarımın pratiğine ve ürününe yönelik alternatif arayışlar, yatay örgütlenme ve karar alma tavırları ve katılım...
05.06.012 : pek çok işin yapılagelmekte olduğu şu günlerde yorgunluk, keyif ve umutsuzluk arasında hafif hafif dalgalanmaktayız. dalga boyu mutedil olup yapılması gerekenlere girişme gücü yeterli seviyededir. pek de bir şeye yaramayacaktıysa da, bir ara tatil yapılması gerekmektedir. bunu bildiriyoruz.

March 13, 2012

ae eu 012 bahar

[bu föyün kurgusu hocama ait. ben zenaatkarlığını yaptım. aslında tabi ben güzel görünen bişeyler yapmaya meyletmeyecektim. daha ziyade blender'in duman ve akışkan simülatörleriyle oynamak için bahane edecektim bu föyü. ama sonra bir öğlen hocamın telefonuyla uyandırılıp 4-5 saat içinde föyü teslim etmem gerektiğini öğrenince (ve suratım bildiğiniz "asıldı") ben de oturdum çalakalem bişeyler yaptım. (mesaj: bikaç temel kuralı takip edince keyifli bir görsel üretmek çok zor sayılmaz. asıl mesele ama o değil.) neyse, ufak tefek hatalar var, şurası burası biraz daha oynanabilirmiş, yine de fena olmadı, belki de arada böyle şeyler yapmak lazım. ne de olsa böylesi herkese güzel ve anlamlı geliyor. ayrıca tasarımda ve belki her işte süreklilik önemli.

sürece gelirsek, yolun dokusu çıyanlarla boyandı. çıyan çok güzel bir hayvan. müthiş bir mekaniği var. araçlar googlemaps+ inkscape ve gimp'tir. ama inkscape'in gradyanlarındaki belirgin basamaklar beni düşündürüyor. henüz çözemedim. bu aralar illustrator'a da yeniden el attım. aslında inkscape illustrator'a karşı ezilmiyor. hatta iş akışı daha pratik. ve şeffaf boyama gibi bir takım artıları var. eksileri de var. neyse belki daha derinlemesine bir karşılaştırma yaparım bir ara. buralarda bir yerlerde paylaşırım.]
1

March 4, 2012

bahar temizliği

19.02.012 KYNIK4'ü bitirmek: kynik'in kapağını açtım. şimdi bir yandan akademik makale yazarken bir yandan da kynik'in bahar 2003'te çıkan 4. sayısını bitirmem lazım. aslında tüm yazıların taslağı yazılmıştı; 2003-2008 arasında. hatta bazıları bitmiş. şimdi eldeki taslakları alıp birer öyküye dönüştürüyorum. sorun şurda, kendimi çok farklı bir noktada buldum. acaba neden sürekli kenara çekilip küçümsemem gerekmişti? neden sürekli ince ince kalın kalın eleştirmem gerekmişti? neden her şey nasıl yapılıyorsa tersine gitmem gerekmişti? neden bir terslik yapmak gerekmişti? 'sanki-dikdörtgen' sürecine eklemek için 2009 dolaylarında hazırladığım bir fanzini buldum (horoskop). o da şaşırttı beni. içeriği hala geçerli geliyordu da, üslubu yabancıydı. başka türlü yazarmışım gibi geliyor şimdi. kynik belki bizim içinden geldiğimiz dönemin bir sonucuydu. hayal kırıklıklarının ve çıkışsızlığın yoğun hissedildiği zamanlarda büyümekle ilgili olabilir. yani herkese öyle gelmemiştir tabii o dönemler.. ama bizim kuşağımız için hayatın sınırları çok dar çizilmişti. muteber alternatiflerin her biri ayrı tatsızdı. çeşitlilik azdı. minik ortamlara kapalıydık. öngörülenin dışına çıkabilmek için elyordamıyla ilerlemeye çalışmak gerekiyordu... neye el atsak ufak tefek başarılar, minik ürünlerle yetinmemiz gerekiyordu. sonra o yol başka bir çıkışa ulaşamadan kuruyordu... sonra bambaşka bir noktadan tekrar denemek... verimsiz bir tarlaya her yıl yeni ürün ekmek, bıkmadan işleyip durmak gibi.. şimdi artık keyifle kabul ediyorum ki bugünün ortamı çok farklı. gerçekten. ben de farklıyım. tuhaf. üstüme gelmeye başlayan iyimserliğin somut sebepleri var. böyle bakınca kynik'i bitirmemem gerekiyor. ben artık kynik yazamayacağım sanki. ama bir yandan da zihnimde yeni bir tavır var ve yazmam gerekiyor. belki de 4. sayıda derginin adını değiştirmem lazım. ne de olsa zamanı geri sarabilen bir dergi. neyse, projeleri yarım bırakamadığım ortada [kynik burda google sites açamayanlar için şurda da kynik var.].
15.01.012kriz çağında muhasebe: sorgulayarak, eleştirerek, düşünerek, son derece bilinçli yaşadım gençliğimi. bana bravo. kararlarımı haybeye vermemiştim sanki. bu noktaya gelirken düşüne düşüne gelmiştim, kapıla kapıla değil... tek derdim belki de, günün birinde 'ne yaptım ben', 'çarçur ettim zamanımı' türünden orta yaş sorgulamalarına kapılmamaktı. ama mesele orda değilmiş.. daha önce çitlerin öte yanı vardı, pek yeşildi, sen de oraya doğru gidersin.. sonra başka taraflar yeşil gelmeyi kesiyor aslında. ama iş orda bitmiyor, başka bir kafa geliyor. senin takip etmediğin diğer yolları birileri gidiyor ve sen de onları görüyorsun. yeşil görmüyorsun ama görüyorsun yine de.. orda gitmediğin, geçmediğin diğer kapılardan geçenleri görmeye başlıyorsun. zamanında hakir gördüğün beğenmediğin tiksindiğin ahlaksızca saydığın vd.. seçmediğin kapılardan ve yollardan gidenlere bakıyorsun.. o zamanki düşüncelerin şimdi değişmiş, yani seni bu diğer alternatiflere kapatan sebeplerin çoğu buharlaşmış. o yollardan gidemezdin tabi orasını biliyorsun. girmeye razı olup da geçebildiğin tek kapıdan geçip, yürümeyi başaracağın tek yolu yürümüş olduğunu biliyorsun. ama bazen işler de iyi gitmiyor. daha kolay olup gitseydi herşey diyorsun. bu da haksızlık aslında, olan bitenler de iyi kötü olup bitiyor... ama sorguladığın oluyor yine de. başka türlü mü yaşanacaktı? daha iyi, daha kolay, daha verimli olabilir miydi? bütün bunları başka türlü mü yapmak lazımdı? ve aslında evet, bazı şeyleri başka türlü yapmak belki de daha iyi sonuç verirdi. o zamanlar öyle yaptıysan bunun da sebepleri vardı.. ama şimdiden sonra...
21.02.012 roark:
Howard Roark: Before you can do things for people, you must be the kind of man who can get things done. But to get things done, you must love the doing, not the people! Your own work, not any possible object of your charity. I'll be glad if men who need it find a better method of living in the house I built, but that's not the motive of my work, nor my reason, nor my reward! My reward, my purpose, my life, is the work itself - my work done my way! Nothing else matters to me!

Howard Roark: No creator was prompted by a desire to please his brothers. His brothers hated the gift he offered. His truth was his only motive. His work was his only goal. His work, not those who used it, his creation, not the benefits others derived from it. The creation which gave form to his truth. He held his truth above all things, and against all men. He went ahead whether others agreed with him or not. With his integrity as his only banner. He served nothing, and no one. He lived for himself...

Ellsworth Toohey: Mr. Roark, we're alone here. Why don't you tell me what you think of me in any words you wish.
Howard Roark: But I don't think of you!

[KYNIK böyle bir kafaydı işte. ve 3. sayıdaki "dönme" çıldırasıya bu hususla boğuşuyor.]
27.02.012belirsiz: benim doktoram bitmiş. hocam öyle diyor. fakat doktoram bitmedi. öteki enstitü kayıp. zor zamanlar geçiriyorlar. bir kısmı singapur'da ve çoğaldılar ordayken. öbür kısmı mali kriz içinde. onlar için mali getirim de kalmamış sanıyorum. önce kedi düştü bu belirsizlik çukuruna. sonra doktora düştü.. sonra.. benim de o belirsizlik çukuruna inmem lazım. önce kediyi bulup çıkarmam lazım belki? sonra o da beni doktoranın bittiği yere götürecek... ve sonra..
28.02.012belirli: annemi aradım. kediyi sormak için. antalya'da evimiz 10. katta. kedi ise yükseklik tanımıyor. balkona çıkmasın diye kapıyı pencereyi kapatıyorlarmış. bir temizlik gününde bir aralıktan dışarı çıkmış... sonra ameliyat olmuş. bir hafta sonra ölmüş. ben birine vermişlerdir diye düşünmüştüm. ama öyle olsa söylerlerdi bunca zaman değil mi? belirsizliğe düşmezdi değil mi? bir takım şeyler daha iyi gidebilir mi artık lütfen? eskiden olsa pek etkilenmezdik değil mi? kedinin kapısını kapatırdık ve geçmişe doğru uzaklaşırdı. eskisi gibi güçlü olabilir miyiz?
02.03.012yemeklerden sonra 100mg / network falı: bu çok karmaşık bir network. ve zorlu bir dinamik denge kurageliyor. aslında, temelde, kimse öbersilerin kötülüğünü düşünmüyor. herkesin iyi niyetleri ve kendi hayatı için beklentileri var... ve hayat çok karışık. fakat en karışık süreçler kendi kendine kolayca kurgulanıp gitmekte, içinden doğru seyretmektesin. zaten böyle bir karmaşa da ancak kendi kendine organize olabilirdi. ve oluyor. ve bir takım şeyler de görünürde çok basit. ve ama en basit girişimler çok zorlu algılanabiliyor. ruh hali zebra gibi dalgalı. inişler ve çıkışlar şiddetli...
02.03.012 dünyanın güneş etrafında 34. dönüşü olacak: hesaplarımı denkleştirdim, muhasebe defterlerini kaldırdım. umut ve umutsuzluk gerçekten içiçe. biri gelince öbürü de geliyor.
04.03.012 kural: ıvır zıvır konularda bile sabırlı olmak gerekiyor. çok kılı kırk yarıyorsun ya, hani herşeyiyle içine sinsin... o zaman tabi pek kolay değil. o zaman onun da zamanının gelmesini beklemek gerekiyor. madem herşey tam yerinde olsun istiyorsun, madem gönlün daha azına razı olmuyor, bekliyorsun. geçende bir grafik tablet aldım mesela (daha bir boyamalı ve elişli grafikler göreceksiniz yakında :]). ama belki yıllardır düşünüyordum bunu. ve bir iki ay önce çeşitli modellerin özelliklerini uzun uzun inceleyip, birbiriyle karşılaştırıp, ilgili review'ları okuyup, kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda bir tablet modeli belirledim. çarşıda, pazarda ve internette tekrar tekrar dolandım ama istediğim modeli bulup satın alamadım. ve ama o öğeyi aramaktasın, aramıyor olana tesadüfler denk gelmiyor, tableti beklemediğim bir anda, beklemediğim bir yerde bulup aldım. sevindim. bu ıvır zıvır bir konu ama hayatta belirli bir kuralı örnekliyor, o kural hiç ıvır zıvır değil. hayatta kendi üstüne düşeni yapmak, sonra süreçlerin akışını gözlemek, sonra akışına bırakmak ve beklemek, gerektiğinde yine üstüne düşeni yapmaya çalışmak, kendi davranışlarını da gözlemek, daha iyisini yapmaya çalışmak, sonra yine sabretmek.. ondan sonra, olmaya-da-bilir yani, olmayabilir istediklerin. ama olursa böyle oluyor. domates mesela, böyle büyüyor, yoğurt böyle mayalanıyor, turşu böyle olgunlaşıyor, doktora böyle yazılıyor. bu kadar basit bişeyi şimdi neden anlatıyorum? hepinizin bildiği bu basit kuralı... yeni öğrendiğim için olabilir. geçen yıl boyunca anlamaya çalıştım bunu. anlamaktan da ziyade sindirmeye çalıştım.
09.03.012 umutsuzluğa alışma?: ülkenin yoğun bir gündemi var. post-ideolojik bir muhalefet skalası eylemler ve kampanyalar boyunca uzanıyor. çoğuna katılmadığım bütün bu eylemlerden aklımda bir tek slogan kaldı: umutsuzluğa alışma! bu söz internette gördüğüm andan itibaren beni dürtüklemeye başladı. aklımdan çıkmadı. ben, nihilistlerin en ahlaklısı, umutsuzluğa alışmayayım? şimdi, insan düşünsel dünyasını baştan sona çelişkilerden örmeye geçtiğini gördükçe gençliğe has ukalalığından geri adım atmaya başlıyor. gençlikte benbiz çok ukalaydık doğrusu. herşeyi biliyorduk eminim. şimdi daha ziyade anlamaya çalışan bir gözlemciyiz. ve bazı kuvvetli duygular var. insanın içinde bi parça başka türlü bir adamı bulup yeniden ortaya çıkarmaya muktedir duygular. hayat senin sevk ve idare ettiğin bişey değil ki. içinde aktığın bişey. bazı yönlere doğru kulaç atıyorsun; o tarafa gitmeyi umarak... sanki bu yazı çamur gibi karışmış gibi ama öyle de değil. hayat çamur gibi karışmış bişey. sonuçta içinin rahat etmesi şartsa, hayatın verimi düşük olabiliyor ve bu durum karşısında da her zaman olgun kalamayabiliyorsun. dünyadaki salakların en salağı olabilirsin ve insanların çoğu o konuları senin gibi büyütmüyor da olabilirler, belki de en doğrusu 1. sallamamak, 2. takılmamak ve 3. keyfine bakmak idi ama yapamazdın işte. öyle muazzam hedefler peşinde koştuğun ya da büyük bir iş başaracak olduğun için de değil; kendi çapın boyunca dolanıp durduğun halde. ve de bunun ilgisi ne onu da söylemek zor ama araştırma günlüğü'nü aktive etmenin de zamanı geliyor gibi. sanki not etmem gereken konular olacak.
10.03.012 tamam: bu paketin muhasebe üslubu biraz sıkıcı oldu gibi. meteoroloji genel müdürlüğü'ne göre önümüzdeki hafta boyunca havalar serin ve yağışlı gitmeye devam edecekmiş. havalar biraz düzelsin ve daha keyifli şeyler yazayım.

borusan müzik merkezi

(bu projeyi nasıl paketleyeceğimi uzun zaman bilemedim.. ama sanıyorum iyi kötü malzemeyi derlemeyi becerdim şimdi. dün de bir zamanlar ayasofya'da duran iskelenin lafı geçince zamanıdır dedim ve postalıyorum.)

levent ve hakan'la ilk katıldığımız yarışma bu. mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin birlikte katıldıkları bir yarışma konsepti idi. bu projenin statik hesapları yapıldı yani: taşıyor. sürecin malzemelerine dalınca ne kadar samimiyetle ve ne kadar çok çalışmış olduğumuzu gördüm. çok fazla fikir tıkıştırmıştık bu projeye. tabii en başta 'iskele-bina'. ayasofya restorasyon iskelesinin birkaç kare fotoğrafından kaynağını alan bir kurgu...

tüm aksların diyagonal bağlarını ayrı ayrı çalışmıştık; iskele mekanı kullanılabilir kalsın diye... sonra istiklal caddesi'ne açılan dar bir parselde ciddi bir eko-kesit çalışmıştık. güneş kazanımı, doğal aydınlatma- havalandırma-ısıtma ve de engelliler konularına dair öneriler getirmiştik... bir takım temel sorunları neredeyse son bir-iki güne kadar çözemediğimizi hatırlıyorum. sonra artık neredeyse vazgeçmişken, üsküdar'da, bir kafeye gidelim hava alalım demiştik.. sonra orda otururken elimizde olmadan konuya tekrar daldık.. sonra nasıl olduysa aklımıza bir çözüm geldi, işte peçete, kağıt artığı ne bulduysak ona çiziktirdik, sonra koşa koşa gidip projeyi yetiştirdik.. yani yetiştiremedik tabi.. o iskelenin aralıklarına birer birer tuvalet kabinleri, kütüphane vd. yerleştirmeye çalıştığım bir kuşluk vaktini unutamamışımdır.. o kadar çok aksiklik çıktıydı ki.. ama en son maslak'ta öğrenci merkezinde artık nası bi malzeme üretebildiysek hepsini kesip yapıştırıp pafta yaparkenki huzurumuzu da unutamamışımdır. bize biraz ek süre tanımışlardı. sonra inşaat fakültesine gidip gece 10 gibi teslimimizi yaptık. binayı bir sınıfın penceresinden terkettik. kampüsün manzarası o saatte çok güzel oluyor. eskiz rulomuzu orda unutmuşuz. kolokyum günü gidip paftalarımızın önünden almıştık. borusan özel ödülü vermişlerdi bu proje için bize. 2002. on yıl olmuş.

önerimiz bir tür açık müzik merkeziydi (beyoğlu'ndaki SALT ile kıyaslayınız). raporu da yem'de yayınlandığı haliyle hemen yana ekledim.. giriş katında konser alanı ve kafe-bar var, üst katlarda kütüphane ve etkinlik salonu.. daha üst katlarda müzik odaları, stüdyolar.. ve ortak alan olarak bir mutfak ve teras.. renkli renderlar bir ara levent'in otoketten aldığı çalışma renderları. bunları böylecene paftalara yapıştırdık. hınzır bir zevk alarak elbet. daha profesyonelce olan gri renderları hakan başkasına bir ara modelletmiş. facebook'tan kopyaladım. tabi orda da kentsel bağlam pek anlaşılmıyor, yine de ekliyorum, binayı iyi anlatıyorlar. ama insanların ölçeği şaşmış. (çizimlerin üstüne sol kliklenirse blogger bir resim göstericisi açacak. ordaki resmin üstüne sağ klikleyip "copy image location" demek gerekiyor. sonra o adresi boş bir tab'e yapıştırarak yeterli çözünürlükteki çizime erişebilirsiniz. bir incelemeye değebilir.)
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1

February 25, 2012

kent tarımı

[bu föyün ilk eskizini hayali bir stüdyoyu düşünerek çizmiştim. sonra bitirme ödevinin teması kent tarımı olunca... 

otlar, buğdaylar ve çavdarlar arbaro diye bir programdan çıkıyor. sonra blender'ın particle system'ı ile yüzeylere yayılıp renderleniyorlar. gerisi de inkscape ve gimp.]
1

February 14, 2012

prizmayla barışmak

[lisans portfolyomdan 4 sayfa. adapazarı'nda deprem sonrası kalıcı yerleşim önerisi. dikdörtgen prizmayla barıştığım proje olmuştu. zor olmuştu ama bu. neyse, o senaryoda rasyonel olan prizma idi... dolayısıyla temel mesele monotonluğu kırmak için stratejiler üretmekti. prizmaların kırılma noktalarını bunun için kullanabilirim diye düşünmüştüm. bir diğer konu aldo van eyck'in in-betweening önerisiydi.. mimarlık insanlar arasında bir aracılık işlevi üstlenebilir miydi? bunu hangi araçlarla yapacaktı? ben de işte o kırılma noktalarına /köşelere gelecek şekilde, konutlarla aynı teknolojiyle üretilecek ortak kış bahçeleri ve bir seri ortak kullanım alanı kurgulamıştım... yerleşimin masterplanını da yapmıştım, suyun, ışığın, güneş enerjisinin verimli kullanıldığı, yaya hareketine göre düzenlenmiş bir yerleşim.. 99bahar. proje 7. h. yürekli.]
1
1
1
1

February 4, 2012

kasabaya giriş (portfolyo vers.)

[bu projenin esas paketi bir altta duruyor. 99 bahar. proje 6. dönem sonu projesi. köyceğiz. h. yürekli.  

kasabanın sıkıntısı bana dert olmuştu ve oğuz atay'ın tahta at'ı bir çıkış noktası sunmuştu... mottolarım: "kasabada bir sorun var", "kasaba bir kördüğümdür"... proje önerisi olarak da yepyeni bir bina yapmak yerine mevcut binaları kesip biçmiştim. eski itfaiye binasından bir kasaba mimarlığı müzesi (3. resim), düğün salonu ve belediye pasajından bir kamp alanı yapmıştım (4. resim). hmm gerçi bir adet zirai donatım dükkanını yerinde bırakmıştım diye hatırlıyorum. (bu dükkanları çocukluğumdan hatırlarım.)

yandaki 4 sayfa lisans portfolyomdan.. portfolyoyu 2001 yazında antalya'da yapmıştım. sabahları erken kalkıp denize gidiyordum. sonra işin başına oturup portfolyo yapıyordum.]
1
1
1
1

kasabaya giriş!

sene 1999! galiba.. yürekli atölyesi, bahar yarıyılında köyceğiz'e teknik gezi yapmışız, proje yapılacak, ben de kasabanın haline fena halde içlenmişim.. bir de ekoloji teması var.. giderken gelirken otobüste oğuz atay okumakta kendi kendime kıkırdamaktayım...
efenim diğer derslerin çok fena bastırdığı bir dönemdi, yine de bu proje için dönem sonunda aralıksız 5 hafta falan gece gündüz çalışmıştım.. malzemeyi hazır edince ablamın evine gittim, bilgisayarının başına oturdum, bana bi parçacık fotoşop gösterdiler, çözünürlük falan nedir bilmeden daldım işe.. 4 günde 22 a3'ü bi de (bilmediğim) fotoşopta böyle biraraya koydumdu. grafiklerde bi takım sorunlar olmuş tabii, naparsınız.. ama öğrencilik de bunun için var (bu işler bittikten sonra oturup fotoşopun help dokümanını baştan sona okumuştum :] ) şimdi kötülemeleri bırakıp içeriğe geleyim, girişte kasaba mimarlığını irdeliyorum, sonra kasaba 2000 projesi var (kasaba mimarlığı, kahvehane ve aile müzeleri, heykel, kırmızı balıklı havuz vd) okuyunuz, eğlenebilirsiniz, sonrasında uzuncana bir polemik var, uğraşmayınız (ama keyfiniz bilir) sonra da asıl projem var, göz atınız (lütfen).. bu projede selva'nın çok katkıları olmuştu. not edeyim.

imajları tek tek açmak zor ise, burda pdf'i var indiriniz. indirdiğinize değebilir.