Pages

January 22, 2011

ev öyküsü:

ilk hafta:
birinci gün kontratı yaptı, güzel olduğunu gördü. ikinci gün ilk grup eşyayı karşı kıtadan taşıdı, güzel olduğunu gördü. üçüncü gün ikea'ya gitti, güzel olduğunu gördü, eşya aldı ve köfte yedi. dördüncü gün behiye hanım geldi, evi temizledik, onur geldi montaja yardım etti, güzel olduğunu gördük. beşinci gün çamaşırları yıkadı, bkz foto, güzel olduğunu görünüz. altıncı gün geri kalan eşyaları getirdi, alışveriş, montaj ve sırt ağrısı, ama güzel oldu. yedinci gün de terasa çıktı, şezlonga uzandı.

taşınmanın zorlukları: taşınmak çok kolay bir süreç sayılmaz. işin mali boyutunu bir kenara bırakıyorum. evi bulmak, tutmak, hadi onu da bi kenara bırakıyorum. nakliyecilerle iletişimi de bir kenara bırakıyorum. bir yığın eşyayı koştura koştura sırtında eve taşıyıp [koşturuyorsun çünkü park edecek yer yok] başka bir yığını da çuval çuval çöpe nakletmeklerin bir türlü bitmeyişi falan dert gibi değil. kitaplarımın bir kısmının çamurlar içinde kalması da o kadar üzmedi, attım, gittiler. ağırdılar sadece, yoruldum. bazı önemli ıvır zıvırın bu süreçte kaybolmuş olması da şaşırtıcı sayılmaz. napalım. ve tabi evde yığınla eksik var ama existenzminimum bozmuyor beni, eski alışkanlığımdır. bulaşık makinasının bozulmasını bile, yani metanetle karşılayamadımsa da, ona da alıştım gitti. ah, alıştım gitti..
[3. türden karşılaşmalar ve 'casus belli': onu önce perdecide farkettim. sonra örtücüde gördüm. bugünse pazarda yüz yüze geldim. ... güneşlik krem rengi ve parlak olacaktır. tül 1'e 2.5, güneşlik ise 1'e 2 kestirilecektir. kıvrımlı, dökümlü duracaktır. perde 3 parça olmayacak, ne pahasına olursa olsun iki parça olacaktır. tüller desenli kumaştan olmalıdır. ya uçlarına ya ortalarına ya her taraflarına dantelimsi öğeler eklenmelidir. mümkünse kumaşın aralarına altın rengi fitiller dokunmalıdır. sade bir tül isteniyorsa ince dokulu ve parlak bir dokuma tercih edilmelidir, öyle ki perdede girişim desenleri kaçınılmaz olsun. aksi davranışlar ev hanımı ve temsil ettiği değerlere saldırı olarak değerlendirilecektir... ]
tül>>


girişim desenleri >>



perde>>
ev hanımı, ilkkaniki, sırt ağrıları ve cataflam: küçük yaşlarda başlayan ve orta yaşlardan itibaren kronik sırt ve bel ağrıları ile devam eden son derece ağır bir eğitim programının ardından hayatta kalabilmiş elit bir timdir o. onu cevvalliği, ısrarcılığı ve dayanıklılığıyla bu kadar korkutucu bir düşman haline getiren de bu amansız eğitimdir. dolayısıyla onun bölgesinde fazla dolaşmıyoruz. cataflam'ımızı içiyoruz. hızlıca oradan kaçıyoruz.
çalışamıyorum ama ...



... kalkamıyorum. kalkıyorum. bir bakıyorum güneş varmış. hemen şezlonga yatıyorum. uyku tulumu, güneş ve yeşil çay gerekiyor bunun için. uzun uzun yattıktan sonra da insan panjurları tamir etmesi gerektiğini hatırlıyor. onun da incelikleri varmış. yaparken öğreniyoruz. bir takım vidalar kayboluyor. ama sonuçtan memnunuz. gün bitiyor.

başka bir gün yine çalışamıyoruz. çünkü hiçbir gün çalışamıyoruz. deadline fena halde dürtüklüyor. iç sıkıntısı ve yataktan kalkamamaklar... ama kalkıyoruz, maceraya atılıyoruz. anlık bir çılgınlıkla giriyoruz ev hanımının inine. artık temel kavramları öğrendiğimiz için yaşlı sfenksle bir şekilde anlaşacağız. yok. anlaşamıyoruz. kendisi sefaraddır, eğer sefarad arkadaşım varsa onun nasıl insan olduğunu bilirim. yok. bilemem. o benim ne istediğimi hemen anlıyor. yok. hiç anlamıyor. ben onu çözemiyorum o beni çözemiyor, çözemeyince de kendini telef ediyor. siparişi veriyorum, kaçıyorum. sonra karşıma bulaşık makineci çıkıyor. senden bir muradım var makineci diyorum. bindiriyorum çocuğu gönderiyorum. ağlamalar sızlamalar... derken ikea dağına giden arka'şlara biriki parça eşya sipariş ediyorum. bir gün daha bitiyor.
bulaşık makineme kavuştum. eve alıştım. ikametgahımı naklettim. ve çalışıyorum.
saygıdeğer kapıcım, kıymetli yöneticim, pek değerli ev sahibim ve sayın muhtar hanımcığım, sizlere sırtımı dayadığım ayarlı yatağımdan sesleniyorum, bu engebesi az, kedi köpeği bol, bisiklet yolu sahibi ve vapurlu memlekete taşınmakla ne kadar iyi etmişim bilemezsiniz.

yoğurt öyküsü:
yanlış anlaşılmasın, çalışıyorum. ama evde çalışıyorum.

arada verner'den kalkıyorum. levent'in verdiği tarife uyarak (yarım yağlı) sütü tencereye koyuyorum (esasında bu noktada 43-45 dereceye kadar ısıtmak gerekirmiş, bir dahaki sefere artık) light-yoğurttan bir kaşık yoğurt alıp tenceredeki sütle iyice karıştırıyorum. sonra daha büyük bir tencereye sıcakça su koyup sütün bulunduğu tencereyi onun içine oturtuyorum. bir bezle ağzını kapatıp bir güzel sarıyor sarmalıyorum. kalorifere yakın bir yere koyuyorum. (esasında 4-6 saat bekletip buzdolabına nakletmem gerekirmiş ama) sabaha kadar bekliyorum (o esnada ben çalışmıyorum ama bilgisayar çalışıyor, yaşasın otomasyon!) sabah törenle bezleri aralayıp ılık yoğurdu müsli kaseme geçiriyorum.
ve kahvaltı!


çiçek: sardunyaymış bu. wanderer getirdi. annesinin balkonundan atılmışlar. saksıları da getirdi. ben de toprağa yerleştirdim. güzel oldu.



şimdi mutluyum işte: insanın elindekilerin değerini bilmesi lazım (huni, süzgeç, tepsi gibi). etrafındaki insanların değerini bilmesi lazım.


ve güneşli bir cumartesi:

bunun adına fototropizm denir:
(dışarı çıkardıktan sonra iki günde düzeldiler. hızlıymış.)



yaz akşamı:
ayışığı altında baygın bir kahve molası.


bisikletli:
evden çıkmadan bir güzel güzergahımı inceliyorum. fenerbahçe stadına kadar sorunsuz geliyorum, bağdat caddesini buluyorum, en yakın demiryolu alt geçidinden de başarıyla geçiyorum, ondan sonrası dağılıyor. sonra kayboluyorum. bi türlü anlamlı bir noktadan minibüs yoluna çıkamıyorum. yön duygum tamamıyla kayboluyor. tüm yollar tüm binalar birbirine benziyor ve kıvrılıyor ve kıvrılıyor.

bunlar çöp:


çöplerimi dörde ayırdım. atılacak yemek artıkları, atılacak ambalajlar, kompostluk sarılar, kompostluk yeşiller. bu işe bir düzen getirmem gerekecek. kompost tepkimesini başlatamadım. toprak atmam lazım içine. daha fazla sarıya ihtiyacım var. ayrıca belirli miktar hava gerekiyor düzenli olarak. bunun için bir tür sepet-kova ayarlamam lazım. sonra 40-50 dereceye kadar ısınacakmış. 2-3 ay içinde komposta dönüşecekmiş. tarlam için.
domates ve biber:
babam yerli tohum verdi. bunları eğer yetiştirebilirsem tohumluk da yapabilecekmişim. şimdilik sadece biber ve domates var. nevruzda ekiliyor, hıdırellezde tarlaya aktarılıyor, çıkarsa tabi.

sağlıklı şeyetmek:
bu seferki müsli biraz fazla yoğun oldu. abarttım sanıyorum. çeşit iyi tabii. ama çıtırlık dengesini korumak lazım.
:

güneşten korunmanın zamanı geldi.

bahçe bostan:
biber, domates, roka, atom ve maydanoz tohumları ekilmek. kuşku yok ki bir salatacı ruhu taşıyorum. iki adet çilek ve bir miktar fasulye de ektim. numunelik tabi.

January 13, 2011

stüdyo föyleri 004-005

ilk asistan olduğumda 004-005 sezonunda atandığım şentürer stüdyosu için yaptığım föy alternatifleri... ilk seri birinci dönem için. konu: new proposals for the city life / designing the public space.
1
1
1
1
1
1
1
1
1



bu da ikinci dönem için yaptığım föy.. taksim'deki toplu taciz vakasının ardından konu yine kent tartışmaları eşliğinde: housing +..
1

January 6, 2011

allah minotorlarını versin

"mec-köy romansı x"
1

January 1, 2011

vahdet el-istanbul

[bu yazıya doxa dergisini düşünerek başlamıştım. [kasım 2006] sonra levent şentürk doxa'yı bıraktı. ve bir şekilde yazı kocaeli mimarlar odasının dergisine ulaştı ve bu yazıyı orda yayınladılar. tuhaf. ilginç. orda yayınlanması yani. güzel aslında. yazı istanbul'la ilgili. kendisiyle ilgili görüşlerim fazla değişmedi. yannız halkımızın durumu o raddede kötü değil. en azından evlerinde bir avlucuk ya da teras bulunanların sayısı az değil. şimdi oturduğum yerden görüyorum.]
[vahdet el istanbul]
değişenler yanılsamasının arkasında, ancak sezgi yoluyla erişilen mertebede, vahiy yoluyla kavranan, oluşa ait herşeyle uzlaşmaz, eylemsiz, değişmez ve kendine mutlak anlamda yeterli teklik hali, kısaca ‘zamansız tek’ hakkındaki batınî öğretimizi açımlamak için dimdirek dalacağımız bu yazı bir gezi yazısıdır. yılankavi yolda girişilmiş çileli arayışın öyküsü esasında dikkatle takip ediniz kat kat açılan kozmik simgesellikle yüklü en lezzetli pişme yolunun gramlar mililitrelerle değil kaşık çatal şiş spatula ve metretül ölçüsüyle verilmiş tarifidir ve bu yolun yedi katı her katın yedi kapısı yedi kapının yedi bekçisi her kapıdan diğerine yedi durak yedi dolmuş ve en son durağa ulaştığı söylenen ama hiçbir fani ruhun erişemeyeceği tanrısal bir halk otobüsü bulunur. istanbul’un uzaktaki bazı semtlerine gitmek ve türlü işler peşinde koşmak için bir sabah babam ve ben erkenden kalkmıştık. semtimizin merkezinden otobüse binerek görev yerimize doğru yola çıktık. herşey yolunda idi: 1. hava iç sıkıntısı için müsait 2. özel taşıma araçları keçi bağırsağına dizilir gibi yollara dizilmiş 3. heyecan dorukta idi. saat 9 sularında yolculuğumuzun 9. merhalesinde son bindiğimiz dolmuş da aynı yolun kıvrımında sırttan vadiye vadiden de vadiye ve yine apartmanlar arasındaki sırta yolalırken ipnoza dalmış olduğunu neden sonra farkedenlerin sisli uyanışında birbirimize baktık. kentte hayat, yol; yol, aydınlanma yolculuğu; yolculuk, erenlerin hayatı idi. biz mürşitler dolmuşun arkasında anlık olarak belirip kaybolan egzos dumanının menderesinde fal bakar gibi hakikati arıyorduk. biz bir sabah 197 kuş hep beraber hepimiz birbirimizden habersiz istanbul’un yoluna döküldüktü, işimize gücümüze doğru deliresiye zorlu yolculukta kendimizi bulacaktık. hepimizi aynı otobüste buluşturan ilahi plan bizleri hangi semte hangi mahalleye cennetten ne kadar uzak hangi sürgüne atmıştı?
1

01. kağıthane.

1

02. çengelköy?
kadim düzen içinde akşam yatmıştık sabah kalkmıştık çalışacaktık akşam yatacaktık sabah kalkacaktık çalışacaktık akşam olsundu da eve gitseydik sabah olsundu da işe gelseydik bizi bu hallere düşüren birevbirotomobilbirdüğünikiçocukemeklilikveişkence ayrıcasıkıntıvememetalierbille, arayışımız ve çilemizle donanmış halde taşımızı iniş çıkışlardan yuvarladık. bir gün biz istanbul’un ki istanbul dediğimiz yeryüzü ve insanlık için bir talihsizlik talihsiz bir kent işte hiç olmasaydı daha iyi olacaktı, o istanbul’un bir yerinde kendimizi bulduğumuz semtten çıkamayacağımızı, değil bir mevsim bir sonsuzluk boyunca aynı günde kalacağımızı kozmostaki yerimizi anlamak üzre bir dolmuştan diğerine bıkmadan yeri geldiğinde akbillerimizlen iett otobüslerine aktarırken böylece sezsek de hakikati tam manasiyle idrak edebilmemiz için içimizi tarayan güvenlik noktalarını adım adım aşmamız kırk yıl ak gömleğimizle CEO kapısında hizmet eyleyüp 197 katlı şirket HQında aslanın önündeki yatırım planını kuzuya kuzunun önündeki piyasa araştırmasını aslana geçirecek sinerjiyi yaratıp değme elit kariyer avcısını işsiz bırakan tuzakları bertaraf ederekten çözülmemiş sorun bırakmamış uzman yöneticileri bile aciz bırakan bilmeceleri bir bir çözecek projeleri geliştirmemiz yedi gezegene tek tek tırmanıp sabit yıldızların ebedi rotasyon dergâhı ile aynı katta bulunan toplantı salonuna açılan kapılardan geçmemiz gerekecekti. bir dolmuştan bir diğerine bitmeyecek bir yolculuk içre istanbul’da istanbul’dan içre sınırsızca kendi üstüne dönüp duran helezonik örgüsüyle, kenarısıra dizilmiş bembeyaz pvc doğramalardaki anlamsız yansımalarda arzın parıldayıp kaybolduğu, tanrısal olanın bize kendini cimrice hatırlattığı, yıldızın ışığından yana en fakir en dipte en tozlu, ruhumuzun 197inci göçünde bile hala evrimin domuzdan yukarıdaki basamaklarına yükselemeyişinin müsebbibi dünyeviliğin kötücül çamuru ve eksi 197inci bodrumdaki rutubetli köle dairesi ve kutsanmışların üçüncü kat temiz kombili ilahi katı ve suretinin negatifi yedi katlı mozaik perdeler arasında kıvrılan kaosun açgözlü sınır bekçisi ilahi yılanın üstüne pul pul sıralanmış bakkal berber perdeci manifaturacı bilgisayarcı süpermarket ve hırdavatçıdan müteşekkil olan yolumuzun sonuna geldiğimizde en başa dönmüştük.
1

03. kuştepe olması lazım..

1

04. buradan daha önce geçmiş gibiyim..
karşımızda aynı semt aynı semt bir arpa boyu yol gitmiş aynı yere varmıştık. kuştepe gaziosmanpaşa seyrantepe dudullu çağlayan okmeydanı kanlıdere dudullu zeytinburnu ikitelli çengelköy-sırtları okmeydanı ümraniye. esasta ise nasıl varlık çokluk ihtiva edemezse istanbul da birdi. her semt birbirinin aynı, harita yalnızca hiyle idi. ilim ehlinin anlayacağı bir hamleyle istanbul bizleri yaratılışın özünü anlayacak mahiyette organize etmişti. biz onla kaimiz o bizle kaim değil mi? her an tutmasak düşecek olanı sabahları açılmak istemeyen mahmur gözlerimizdeki çapağı zorlan sildiğimiz anda hatırlayıp yeniden üretip vücuda getirdiğimizi, onun da merhametiylen bizi inşa edip yaşattığını bilmedin mi? biz, her sabah düğmeye basmadan önce makineyi okuyup üfleyen, moyra dağından bir narteks içinde çalınmış ateşi güzel kokulu tütsülerle harlayan, istanbul’un dumanlı sokaklarında seyrederken karşısında saçını son bir kez düzelttiği ayna perdelerde gözleri kamaşıp hakikatten ayrı kalmış 197 ruh, devrim yapmak için 197miz birden önderimizin peşisıra sokakları doldurduğumuz o gün gördük ki son durakta ne yol ne bina ne mozaik ne otobüs ne devrim var. aydınlanma anında, karşımızda insan nesnelleşmesinin mübarek aynası, yüzümüzde bilginin ışığı, aynı anda benliğimizi teslim edip eriyor kaybolup karışıyoruz hep aynı kıvrılıp giden yol tatsız ara sokak mozaik kaplı gecekondu-sonrası apartman ve televizyondan ibaret olan aynı dolmuş ve halk otobüsü ve ilahi geometrinin nakşedildiği sonsuzca yinelenen aynı motiften mürekkeb haritasıyla ve hepsi de bir kişi ve istanbul’un parçası olan ondan koparılmış 197 kuş ve yaradılışında ondan almış olduğu payı özgürleştirmek için kendini tekrar ona bir şeb-i arusta geri verecek olan tek ve aynı kişi işte kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösterdiğimiz gibi istanbul’undan ayrı bırakılmış insanlık bir özne yanılsaması idi, benliğini o yüzden ezdikçe ezip küçülttükçe küçültüp kendinde dünya namına ne varsa geride bırakıp yükseleceği o günü özler.
1

05. bakar mısınız, mecidiyeköy dolmuşu nereden kalkıyor? müşteriden? anlamadım.. yedi ateş yolu!? evet!? evet.. altıncı yoldan mı?

1

06. buralarda bir yerlerde.. ..köpekler üç kere uluyacak ve kıyamet kopacakmış. afedersiniz, dereboyu caddesi 17 numara nerde?
kişinin midesinde ve göğsünde bulunup korkarım dünyanın aldatıcı çağrısına karşı koyamayabilecek olan zayıf ruhları ezmek ve yola getirmek için işte o yüzden, kenti düzenli çalışmayı eşitsizliği trafiği ve trafik daha iyi idrak edilsin diye de otobüsü icat etmişti istanbul. bir ve değişmez iken zatındaki engellenemez vericilikle bir renksiz suretini ama hakikatte onla kaim olan ve bu suretle ondan ayrı bulunmayan aynayı en modern tekniklere ve iso 9197 standardına da uygun olarak üretip içini de modern bir çile hücresinde bulunması gereken herşeyle donatan konforlu istanbul, yaratıcımız ve yeniden üreticimiz, bizi küçük ölüm olan uykudan uyandırıp her sabah işimize yollayan büyük efendi, dualarımız seninle, sen birsin, teksin, sadece sen varsın ve başka istanbul yok, sen zalim sen acımasız, işte amentümüz: saçma olduğun için inanıyorum, zalim olduğun için seviyorum, sen bir sevgi tanrısısın, yine de istanbul, inadına istanbul, başka yerde yaşamayı düşünemem, istanbul aşığıyım, ah istanbul, allah mısın istanbul, eee peyki senden başka allah var mı? (varsa alabilir miyim?)
1

07. evet, evet, kıyamete..


1

08. geç kaldım galiba, trafik yüzünden..
1

09. buradan daha önce geçmiş gibiyim..

1

10. bu yol beni ayrıcalıklı kılacak, bu işe ihtiyacım var, çalışma arkadaşınız olabilirim..
1

11. ilahi bir plan, anlamak için inanmam gerek..



1

12. çok güzel gidiyorum, umarım kimse beni tutmaz